Gitmek bir yolculuk mu? Kaç çeşit yolculuk var bildiğimiz?
Ne zaman biri yolculuk kelimesini cümle içinde kullansa bir tatil yeri canlanır gözümde. Küçükken oturduğumuz çok akrabalı geniş çekirdek ailemiz genlerime yolculuğun hep iyi bir şey olduğunu aşılamış belki de. Yarın yola çıkıyorlar, haftaya gidiyoruz, dün gitmişler diye duyduğum her hikaye denizi olan güneşli bir tatil kasabasında elimizde buz gibi bir kolayla son buluyordu benim dünyamda.
Sonra büyüdükçe aslında yolculukların çok da öyle olmadığını anlamaya başladım. İnsan seneler geçtikçe değil de daha az gülmeye başladıkça büyüyor diye bir tezim var. Ne kadar güldüğün de hangi yolda olduğunla alakalı bir durum oluyor.
Bir gün birini son yolculuğuna uğurladık mesela. Herkes çok ciddiydi o gün, kimse gülmüyordu. Böylece geri gelmemek üzere gidilen yolculukları öğrendim.
“Mustafa abin evden gitmiş” dediklerinde bir aileyi terk etmek anlamına geldiğini öğrendim.
Her bir gidiş başka bir şey mi ifade ediyor diye düşündüm sonra. Düşündükçe de bir sürü soru doğurdum.
Her gitmek bir yolculuğa çıkmak mı?
Yolculuklar hep gitmek için midir? Bulunduğun yerden sürekli olarak uzaklaşma hali midir? Kaç farklı yerden gidebiliriz mesela? Bir sonraki gidişimiz bir önceki istasyonumuzdan mı alır kerterizi? Bir yerden ilk defa gidiyor olmamız başka bir yerden ikinci ya da daha fazla kere gidişimiz anlamına mı gelir?
İşte bunları düşüne düşüne bir yere varmaya çalışırken kendim de yoldayım diye düşündüm.
Yoldayım bende.
Yoldayım bence.
Yolculuğun bir yerinde.
Kendimden gidiyorum.
Artık bir şey hissetmiyorum üstelik. En acılı zamanlarıımmış gibi gelen fotoğraflara boş boş bakıp o günlerden ne kadar uzakta olduğum düşünüyorum. Bazen de en sevdiğim şeyleri yaparken yakalandığım fotoğraflardaki samimi gülüşlerime. İnsan gerçekten güldüğünde yüzündeki binlerce kas aynı anda gülüyormuş. Ne kadar istiyormuşuz mutlu olmayı eskiden.
En zor yolculuk insanın kendinden gitmesi sanırım. Kendimden ne zaman bu kadar uzaklaştım bilmiyorum. Bir gün farkında olmadan elini bırakmışım kendimin. O sürekli gülen çocuğu yol ayrımında terkedip arkamı dönmüşüm. Uğurlamamışım bile. Gittiğini bile anlamamışım uzun zamandır. Ne kadar üzülmüştür halbuki. Kimbilir ne kadar ağladı arkamdan. Bunları düşünmek bile çok zor. Boğazımda düğüm düğüm hayallerim varmış, ondan yutkunamıyormuşum.
Neden gittim acaba? Niye terkettim ki kendimi? Daha iyilerine mi layıktı?
Sanırım yavaş yavaş gittim aslında kendimden. Her seferinde bağırdı arkamdan biliyorum. Bırakmazdı çünkü, tutabildiği kadar, dayanabildiği kadar asıldı. Şimdi o hallerini gözümün önüne getirdikçe bir gitme eyleminin insanın kendini terketmesi olduğuna şahit olup karşı koyulmaz bir hüznün içinde buluyorum kendimi. Kendimi buluyorum dediğime de bakma, orada olmadığımı görüyorum aslında. İnsanın kendine verdiği yazılı olmayan sözlerinden fersah fersah uzakta olması en büyük ihanet belki de. Neye karşılık döndüm o sapaklardan, hangi kısa vadeli küçük zaferlere terk ettim sılayı, saysam bir sürü şey daha bulurum kendimi üzecek. Buna bile cesaretim yok aslında. Bu düşündüklerimi bir gün birisi çıkış karşıma söylese ne yaparım bilmiyorum. Tek bildiğim şu, neyin peşine düştüysem bir süre sonra o olmadığını anladım. Her şey bir süre onunla birlikte olunca o olmaktan uzaklaşıp kendi özüne dönüyor ve bu da bana sürekli nerede olduğumu sorgulatıyordu.
Bir iki defa topladım kendimi, birileriyle konuşayım istedim. Kendimle tabi ki konuşmadım. Kendimle oturup bir şeyler içmeyeli baya oldu zaten. Gözüme kestirdim birisini, aldım karşıma anlattım aklımdakileri, başından, ortasından, sonundan bulduğum her yerden, hiç susmasam ki hiç susmuyordum, bu kaybolma halini en az üç gün daha anlatabilirdim.
Konuştum, konuştum, konuştum ve sustuğum ilk arada anlattıklarımı başka bir tanıdık hikayedeki duyguyla birleştirip, benzer öğütler verdiler bana. Geçici sözcükleri antidepresan olarak kullandılar. Yedi milyar insan yaşıyor, kişiye özel çözüm diye bir şey yok tabi. Hepimiz küçük küçük milyonların ortak çözümlerinden biriyle taçlandırılıyoruz çoğu zaman ve kendimizi özel hissediyoruz. Kendimize özel olan tek şey kendi çizdiğimiz yolumuz. Hatalarımızla, doğrularımızla, sırtımızda bir tek çantamızla çıkdığımız o yol. Fakat bunu inkar eden herkes size diğerleriyle benzer çözümleri süslü cümlelerle önünüze bırakır.
Bu dünya böyledir. Dizilerle büyüyen bir nesilin spot ışığı sendromu bu. Herkes kendisine söz hakkı verilince dünyanın en önemli cümlesini söyleme ihtiyacı hisseder.
Anladım ki geçici çözümler kesinlikle başkasına anlatmaktan geçiyor. Yani bir süre unutayım bu dertlerimi diyorsanız anlatın. Sigaradan bir fırt çekmek gibi.
Ama asıl çözüm başka.
Yolculuk.
En zoru kendinden gitmek de değil aslında.
Bakmayın böyle konuşuyoruz da daha zor olan başka bir şey var.
Bir gün, herhangi bir anda, herhangi bir saatte, çok sıradan bir şey yaparken bunun farkına varmak. İnsan genelde farkında olmayı istemez. Hep bir uyuşukluk hali bir çoğumuzun tercihi, başa çıkamayacağımız her şeyi görmezden gelmek.
Yüzleşmek zordur ama gerçek çözüm o tokat yüzüne indiği zaman başlıyor. Bu da çok beylik bir cümle oldu tabi. Gittiğin yerden dönmek de o kadar kolay değil ki her zaman. Ama sanırım asıl çözüm bir yerde yolun kalan kısmına yetişmekten geçiyor. Diğer yolculukların iyi kötü neyi varsa ceplerine doldurup nerede kaldıysan oraya dönmek, gelecekteki sana yetişmek. Yıllar önce bıraktığın o eli tekrar ve bu sefer sıkı sıkı tutmak.
Kendine verdiği sözleri tutabilmek için ikinci bir şansı hakediyor her insan.
Yani bence hakediyoruz.
Sen de öyle.
Comments